Eşcinsel Kıyımı Ve Heteronormatif Zihniyet …

Eşcinselliği aynı cinsten iki kişinin duygusal, zihinsel ve bedensel birlikteliği olarak tanımlayabiliriz… Bu konuda öncelikle bilinmesi gereken şudur; eşcinsellik zihinsel, bedensel, duygusal bir hastalık değildir. Nitekim 1973 yılına gelindiğinde eşcinsellere yönelik ayrımcılığa ve yasal sınırlamalara son verilmesine dair çağrı ve çalışmalar sonucunda eşcinselliğin hastalık olarak değerlendirilmesine kısmen son verilmiştir. 1990 yılına gelindiğinde ise Dünya Sağlık Örgütü eşcinselliği hastalık kategorisinden çıkarmıştır.

Tarihte bilinen ilk eşcinseller; İlkcağ filozoflarından Sokrates, Platon, Rönesans’ın ünlü isimleri Leonardo Da Vinci, Michealangelo, hemşirelik tarihinin en büyük ismi Florance Nightingale, Yazar Virginia Woolf, Emily Dickonson, Jean Genet, Edward Morgan Forster, ünlü kompozitör Tchailkovsky ve William Shakespeare. (Shakespeare’ in sonelerinin 126 tanesi bir erkeğe, geri kalan 28 tanesiyse karanlık bir kadına yazılmıştır.)

Bedenlerin anatomik farklılıklara göre eril ve dişil olarak ikiye ayrıldığı, kadınlığın ve erkekliğin iktidar ilişkileri içerisinde tanımlandığı, arzunun ve cinselliğin üreme   üzerinden kodlanarak bu iki toplumsal cinsiyet kategorisi arasına sıkıştırıldığı ve bunun dışında kalan cinselliklerin yok sayıldığı ya da “düzeltilmeye” çalışıldığı ataerkil heteroseksist ideoloji, eşcinsellerin – ya da daha genel bir ifadeyle Lgbt’li bireylerin- gündelik hayatını baskı, şiddet ve ayrımcılık sarmalıyla çevirmektedir.

Eşcinselliği salt seksüaliteye indirgeyerek insan duygularını yok sayan zihniyet eşcinsellere ne yazık ki yaşam alanı tanımamaktadır. Kaldı ki eşcinsellik bireyin seçimine bağlı bir durum ve bir tercih değildir. Daha da açık ifade etmek gerekirse eşcinsel olunmaz eşcinsel doğulur. Eşcinsellik, psikologlar ve psikiyatristler tarafından uzun yıllar boyunca kişinin bütünlüğünü sağlayan doğal bir cinsel yönelim olarak değil de kişinin mutsuzluğuna sebep olan bir psikolojik bozukluk olarak görülmüştür ve bir hastalık olarak değerlendirildiği için de tedavisi olduğu düşünülmüş ve bunun için eşcinsel bireylere türlü terapiler uygulanmıştır. Freud’un “Bir eşcinseli heteroseksüele dönüştürmedeki başarı olasılığı, tersinden fazla değildir.” uyarısına rağmen bu konuda ısrarlı çalışmalar yürütülmüştür.

Tarihin çeşitli evrelerinde eşcinselliğin günah, suç ve bir hastalık olarak nitelendirilmesinin temelinde eşcinselliğin üreme amaçlı değil, haz amaçlı olması düşüncesi yatmaktadır. Zira heteronormatif ideoloji, cinselliğin denetlenmesi ve üremenin garanti altına alınmasını ister.

Eşcinselliği bir var oluş olarak değil de sonradan olunan, seçilen bir durum olarak algılayan ve onları sapık yada sapkın olarak değerlendiren cinsiyetçi zihniyet, şiddete ve nefrete dönük söylemlerle bu insanların yaşamı için önemli bir tehdit unsuru oluşturur. Eğitim ve bilgi eksikliğinden kaynaklanan bu durum heteronormatif kalıplar içinde şekillenerek homofobik bir yapıya bürünür. Homofobi genel olarak, eşcinsellik, biseksüellik ve transseksüellik gibi farklı cinsel yönelimleri veya kimlikleri bulunan insanlara yönelik olumsuz duygular, tutumlar ve/veya davranışlar olarak tanımlanır. Dolayısıyla homofobi nefret ve ayrımcılık pratikleriyle, şiddete giden yolun taşlarını da döşer. Ahmet Yıldız bundan sekiz yıl önce, 2008’de cinayete kurban gitmişti. Bu cinayetten bir yıl önce savcılığa “Eşcinsel olduğum için, ailem beni öldürebilir” diye başvurmuştu. Ama bir önlem alınmadı ve babası tarafından öldürüldü. Henüz birkaç hafta önce trans kadın Hande Kader, heteronormatif düzenin yarattığı katiller tarafından yakılarak katledildi. Ve bunun gibi bir dolu cinayet işlendi, Ne yazık ki haber değeri bile olmadı. Ancak, hepimiz katilleri tanıyoruz. Çok değil daha birkaç ay önce televizyon ekranlarından nefret dili kullanan, eşcinsellere her türlü haksızlığı yapmayı, zulmü ve katletmeyi kendilerinde bir hak olarak gören Alperen ve benzeri zihniyet… Hayata dışarıdan tahakküm etmeye çalışanlar eşcinsellere yaşam hakkı tanımazlar.

Eşcinsellerin nasıl bir yaşamı olacağını da büyük ölçüde yaşadıkları toplumun eşcinselliğe karşı bu tutumu belirler. Oysa doğa, içinde eşcinselliği de barındır. Eşcinselliğe karşı önyargı, farklı olan bireye duyulan düşmanlık, eşcinsellik karşıtı olan bağnazlık eşcinselliğin birçok toplumda cinsiyete bağlı güç yapısını tehdit etmesinden kaynaklanır. Olaya sözde ahlâk penceresinden bakan zihniyet, ahlâksızlığın kadınlara ve çocuklara yönelik taciz ve tecavüzlerde olduğunu nedense dillendirmez.

Cinsel farklılığını yani bir heteroseksüelden farklı olduğunu keşfetmeye başladığı ergenlikten itibaren yeterince psikolojik sorunla boğuşan bu insanları topluma var olan kimlikleri ile kazandırmak yerine dışlamak, şiddete maruz bırakmak düpedüz bir insanlık suçudur.

Gündelik  hayatları  böylesine çeşitli  baskı, şiddet ve ayrımcılık   sarmalıyla bezeli olan birer mağdur olarak çizilebilecek bu insanlar; erkek egemen heteroseksist ideolojinin getirdiği baskı ve denetim yumağı içinde kendilerine yol açmaya çalışmak amacıyla haklı olarak örgütlenmişlerdir. İşte bu noktada Lgbt’ nin amacı; yok sayılan, yasalarla tanınmayan cinsel kimliklerini var etme, görünür kılma, kendilerine yaşam alanı açma ve insan gibi yaşayabilmektir.

 

FUNDA KOCATÜRK

 

Pin It on Pinterest