Ülkemiz bir deprem bölgesi. Bu olgu bilim ışığında saptanmış bir gerçeklik.
Sanırım dikkatinizi çekmiştir: Deprem olduğu dönemde; haber kuşağında veya televizyon tartışma proğramlarında genel olarak uzman bilim adamlarının görüşlerine başvuruldu. Depremin nedenleri gerçek veriler değerlendirilerek açıklandı.
Kuşkusuz deprem olduğunda da depremin nedenine ilişkin bazı aklı evveller komplo teorileri üretmekten geri kalmadı. “Emperyalist ülkelerin yer altında ya da okyanuslarda yaptıklar deneylerin depremlere neden olduğu” bu zatların iddialarının merkezinde olsa da iş,“Dünya’yı boynuzları üzerinde taşıyan öküzün kafasını sallamasının depreme neden olduğu” palavrasına vardırılmıyor artık.
Deprem konusunda bilim insanlarının açıklamalarına, hem halk ve hem de yönetici kurumlar uygulama sürecinde kayıtsız kalsa da, bilim insanlarının sözleri; dini kullanarak uydurma iddialar üreten soytarıların deprem sorununa ilişkin söylemlerini bastırıyor hiç değilse.
Aynı durum yoğun yağışlar nedeniyle ortaya çıkan sel baskınları içinde geçerli.
Ama yangın konusunda durum farklı.
Orman yangınlarının nedenleri tartışılırken; siyasetçilerin ve profesyonel goygoycuların çıkardığı gürültüyle; gerçek duruma ilişkin verileri açıklayan bilim insanlarının sesi bastırılıyor.
Çıkarılan gürültü arasında duyabildiğimiz kadarıyla bilim insanları; orman yangınlarının bu dönemde Dünya’nın bir çok yerinde gerçekleştiğini somut verilere dayanarak açıkladılar. Özellikle bu yıl; iklim krizi ve nüfus yoğunlaşmasının orman yangınlarının gerçekleşme olasılığını artırdığı verilere dayanarak önemle vurgulandı. Açıktır ki bile isteye veya yanlışlıkla gerçekleşen cürüm ve kuralları hiçe sayan ihmaller de orman yangınlarını artırıcı rol oynuyor.
Farklı nedenler yangını tetikleyici unsur olsa da orman yangınlarının gerçekleme nedenleri verileriyle açıklanabilir durumdadır ve açıklanıyor da.
Ama özellikle iktidar ve yalaka basının, orman yangınlarını politik çıkar için fırsata çevirme istenci; gerçek durumun üzerine toprak atılmasının gerekçesi oluyor.
Siyasi iktidar, sorumluluğu üzerinden atmak için daha hiç bir kanıta ulaşmadan, felaketin hemen başlangıcında, en kolay ve halkın cahilliğine hitap eden iddiayı ilan etti: sabotaj.
Kuşkusuz yangınların bir bölümü dahi kundaklamayla/sabotajla gerçekleşmişse, fiilin kanıtlarına ulaşılmış ve failleri tespit edilmiş olmalıydı. Ama yangının başlamasından itibaren oldukça uzun zaman geçmesine rağmen yangınların kundaklama ile gerçekleştirildiğine dair hiçbir kanıta ulaşılmadı. Aksine şamata ile açıklanan haberler fos çıktı.
Manisa’da PKK operasyonunda yakalananların çıkan yangınlar ile ilgisinin olmadığı ortaya çıktı.
Manavgat’ta linç edilip arabası yakılan gençlerin yangına yardım için bölgeye gittikleri ortaya çıktı.
Kocaeli’de 30 dönümlük arazinin PKK tarafından yakılmadığı, temizlik amacıyla çıkarılan yangının kontrolden çıktığı ve sorumlusunun gözaltına alındığı ortaya çıktı.
Yangınların sabotajla gerçekleşmediği ortaya çıkmasına karşın bu durum basında yüksek tonda açıklanmadı; dolayısıyla yangının sabotajla çıkarıldığı doğrultusunda oluşturulan algının kırılması için gereken şey de yapılmadı. Böylece sabotaj yapıldığına dair herhangi bir kanıta ulaşılmamasına karşın; yangının nedenine ilişkin gerçek dışı kanaat yayılarak gerçek neden ve failler korundu.
Gerçekliğin üstünün örtülmesi sürecinde, siyasi iktidar kadar olmasa da muhalefette üzerine düştüğü ölçüde görevini yerine getirdi.
Yangınların sabotajla çıkarıldığı uydurmasının toplumun büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmesinde, muhalif burjuva politikacılar da ve hatta bazı sosyalist gruplar da söylemleriyle “yangıların sebebinin sabotaj olduğunu” zımnen kabul ederek ya da bu mesnetsiz iddiaya itiraz etmeyerek üzerlerini düşen rolü hakkıyla ifa etmiş oldular.
Orman yangınlarının gerçekleşme olasılığı ve gerekçesi aylarca önce açıklandığı halde; bilim insanlarının uyarılarına kulağını kapatan ve gelen felaketi önleyici hiçbir tedbir almayan, yangından anında haberdar olup harekete geçecek organizasyondan yoksun hükümet için can simidi oldu sabotajı yangın nedeni sayma tavrı.
Yangın nedenini, politik çıkarsamalara dayandıran açıklamalar; Orman yangınlarını önlemekle yükümlü devlet kurumlarının yangın afeti anında görevini yerine getirme konusunda hazırlık yapmadığının, zorunlu yapılması gereken işleri koordine etmediğinin, önlemler dahilinde gereken teçhizatı temin ve hazır etmediğinin üzerini örttü.
Sabotaj söylemi; politikacıların olduğu kadar toplumun önemli kesiminin de “suçu başkasına yıkarak rahatlama” gerekçesi oldu yine.
Afetlerin gerçekleşme sürecinde gözden uzak tutulan bir durum da; tetiklenmeye hazır yangınların başlamasına eylemleriyle neden olan insanların suçunun da yangınların nedenini sabotaja yıkma tavrıyla aklanmasıydı.
Ormanlarda piknik yapanların tüm pisliklerini ormana bırakıp gitmelerinin yanı sıra yangının çıkmasına neden olacak şekilde mangalda kalan közleri, içecek şişelerini, cam parçalarını ormana saçmaları, orman bölgesinden arabayla geçen yolcuların; yol kenarına sigara izmaritlerini ve şişeleri atmaları, köylülerin orman çevresinde önlemsiz ve yasa dışı anız yakması ve kuşkusuz orman bölgesinde çeşitli yollara başvurup kuralları çiğneyerek konut yapılması; doğal koşulların yangına hazır hale getirdiği ormanlarda yangını tetikleyen nedenlerdi. Ancak bu durum ve insanların vurdumduymazlığının orman yangınlarının çıkmasındaki önemli rolü; “yangın nedeni sabotajdır” iddiasının çıkardığı gürültü altında kaldı ve adeta görmezden gelindi.
Kaldı ki bu adamsendeci ve bencil tavır birkaç kişinin tavrı değildi. Bu tavır adeta toplumsal durum olarak gerçekleşti; gerçekleşiyor.
Bu insanların bir çoğunun orman yangınları karşısında duyarsızlığı ; “yansın ne olacak; tarla açılır” noktasında idi. Bu şaşırtıcı değil. Ülkemizde, ormanları yok edip tarla yapan ağaç düşmanı zihniyetin yaygın biçimde var olduğu bilinen durumdur.
Eylemiyle yangınlara neden olan bu insanların çoğunun; yangınları sabotajcıların çıkardığını söyleyenlerin arasında yer alacağını tahmin etmek için de kahin olmak gerekmiyor.
Bir vaka hakkında kanıtsız, kulaktan dolma bilgilerle üretilmiş fikrin bağnaz savunucusu olan insanların, toplulukların; doğaya ve topluma karşı dikkatli, özenli ve koruyucu davranma olasılığı oldukça azdır.
Orman yangınlarında olduğu gibi yoğun yağışlar nedeniyle oluşan selin yıkıcı bir güç olmasında yerel iktidarların suçlu olduğu gerçeği açıklanırken; selden zarar gören şehirlerde halkın, selin yıkıcı güce dönüşmesi noktasında pirüpak olmadığı gerçeğini de atlamamak gereklidir.
Dere yataklarında yapılaşmaya şu veya bu nedenle yol veren yönetimin pratiği kadar, dere yatağına konut yapmak bencilliğinin esiri olan insanların pratiğinin de önü alınamaz boyutta olduğu saptanmalıdır.
Burjuva kurumların; yolsuzluk ve vurdumduymaz tavrının, halkın vurdumduymaz, bencil, adamsendeci tavrıyla yakın ilintisi söz konusudur.
Bilinir ki; Her yöneticinin pratiği, yönettiği topluluğun eğiliminin pratik ifadesidir. İnsanın, topluluğun, bencil çıkarı için yasa tanımaz istenci; siyasi, idari, teknik görevlinin rüşvet ve yolsuzluk iştahını kabartır.
Gerek kapitalist üretim ilişkilerinin ve burjuva sınıf iktidarının ve gerekse dinin etkisiyle insanların doğa olaylarının yıkıcı gücünü frenleyici fikir ve pratiğe karşı yobazlığa varan tavrını eleştirmeyen ve karşı tavır koymayan, engellemeyen; hatta bu duruşu pohpohlayan kurumların ve özellikle siyasetçilerin dilinin tutulmasının nedeni; bu pratiği kendi maddi ve siyasi çıkarları için kullanıyor olmalarıdır.
Ama şaşırtıcı olmayan şey; hükümeti eleştiriyor olsalar da muhalif burjuva siyasetçilerin ve kurumların da afetlere yaklaşım konusunda bugün eleştirdikleri iktidarla aynı tavrı kendileri de iktidara geldiklerinde sürdüreceklerine ilişkin verdikleri ipucudur.
Oy hesabıyla halktan kopmamak kaygısı; bilimsel düzlemde gerçekleri açıklama tavrını bastırıyor. Siyasi iktidarın suçu maddi verilerle açıklanırken, olayın diğer müsebbibinin eyleminin de yerilmesi noktasında tereddüt ediliyor. Gerçekleri açıklamak; oy hesabıyla halk dalkavukluğu yapma oportünistliğine feda ediliyor.
Açık ve nettir; Popülist politika halk dalkavukluğudur.
Halkın sömürü sistemine itaatinin ilke konumunda gelenekselleşen eylemine, alışkanlığa dönüşmüş pratiğine göz yummaktır ki; bu anlamda halk dalkavukluğu burjuva iktidarına hizmettir. “Halk neylerse iyi eyler” sözü gerçek anlamda efendilerin halkı yönetme politikasının ideolojik süs örtüsüdür.
Emekçilerin toplumsallaşmış sınıf tavrı dışında, egemen sınıfın ideolojik ve siyasi ifadesi olan “halk pratiğinin” büyüsüne kapılmak bilim ışığında sürdürülen mücadeleden ödün vermektir.
Ama ne yazık ki; dün olduğu gibi bugün de “halkçılık” bir hayli yaygın durumdadır.
Tam da bu nedenledir ki;
Doğal ve toplumsal olguları somut gerçekliğiyle bilimin ışığında, nesnel yaklaşımla irdeleyerek kavramaktan uzak insan ve topluluklar; doğal ve toplumsal depremin ve yangının çizdiği yazgıya boyun eğerek esiri oluyor ve cehaletin güçlendirdiği toplumsal, doğal sele kapılmaktan kurtulamıyor.
BABÜR PINAR