“Siz, falanca erkeğin nikâhsız karısı diye anılan aile mikrobu haysiyetsizler; Siz… Siz, endamı bozulmasın diye türlü türlü ilaçları göze alıp çocuksuz kalmayı tercih eden soysuz katiller; Siz… Siz poker partilerinden dans salonlarından geri kalmamak için karnındaki bebeği öldüren cani analar; Siz… Siz peşindeki finoyu kucağında taşıyacağı mini mini yavrulara tercih eden köpek mütehassısı analar; Siz… Siz kızlarının gece yarılarına kadar parklarda sokaklarda süründüğünü bir nevi modern hayat şartları sayan, kızları kadar iffetsiz analar; Siz… Siz bütün holivut hovardalarının ev adresini bildiği halde, kendi sülalesini sayamayan ne idüğü belirsiz analar; Siz… Siz; Şu veya bu müessesede koltuklara gömülüp rujlu dudağının sol alt kıvrımını düzenleyen daktilo anaları; Siz… Siz; Ailesinin boğazından kısıp, tırnağının manikürünü, yanağının bilmem nesini düşünen boyacı anaları; Siz… Siz; Kraliçelik hülyası ile kızlarının baldırını mezada çıkaran bacak tüccarı iffetsizler; Siz… Siz; İsa’nın doğum gecesinde rakı sofrası hazırlayıp on ikiyi bekleyen gavur anaları; Siz… Siz Ey en güzel süsünü dudağındaki ruj tırnağındaki ojede bulan bedbaht analar; Siz… Siz; Ey çocuklarına Allahını milletini tanıttıramayan ruhsuz analar; Siz… Siz; ev modasını, lüksünü, tuvaletini düşünüp, Anadolu’daki çıplak hemcinslerinin ızdırabını bir an olsun paylaşmak istemeyen merhametsiz analar; Siz…Siz; Ey en büyük zevkini beşik gıcırtıları dururken zenci çılgınlıklarında arayan asri analar; Siz… Siz Ey Paris’lere kadar komünist Varşova’lara kadar Marksist ihrac eden Katerina’lar; Ezilmelisiniz!”…[1] ( Ömer Öztürkmen-Ortadoğu Dergisi kurucularından )
Ahlâk, kadın ve komünizm arasındaki ilişkiye gönderme yapan hastalıklı bir yazı, hastalıklı bir halet-i ruhiye… Bir dönemin İstanbul’unda bir Türk kızı ile Rum bir gencin öpüşmeleri haberinin çıkması üzerine, söz konusu genç kıza “Sana ve Senin Benzerlerine” başlığı ile seslenen bir başka bir yazı: “Duydum ki Florya’da etrafındaki çeşit çeşit insanların ortasında, bir Rum’u saçlarından yakalayarak kendine doğru çekmiş arsız dudaklarını delikanlının dudaklarına yapıştırmışsın! Kanunun sana verdiği ceza, ahlâka yaptığın taarruzdan dolayı sadece bir aylık hapistir. Fakat bilmem, ırkın adına yüzüne kim tükürecek?” (Tanrıdağ Dergisi-İhsan Unaner)[2] İhsan Unaner’e[3] göre genç kızı böylesi bir davranışa sürükleyen aslında toplumun ahlâksızlığıdır ve Unaner evlenip yuva kurma, annelik, aile ve vatan öğretileriyle yoğrulmak yerine aşk, süslenme ve lüks gibi zaafiyetleri olan genç kızların düşeceği durumu(!) özetlemektedir. Bir dönem faşist ideologlar tarafından kaleme alınmış ve dile dökülmüş bu sözler kulaklarınıza tanıdık geliyor öyle değil mi? Farklı kişiler tarafından farklı dönemlerde benzer şeylerin hemen hemen aynı üslupla söylendiği bir tarih tekerrürü müdür yoksa bu?
Faşist ideologlar, 2. Dünya Savaşı yıllarında, modernleşmenin ülkedeki sonuçları karşısında büyük bir korkuya kapılmışlar ve bu durumu bir din adamının tiradlarına benzeyen cümlelerle betimlemişlerdir. Özellikle kadınların kamusal alanda ve erkeklerle bir arada bulunmaları adeta kıyametin bir habercisi olarak algılanmıştır. Bu durum,- Türkçü faşizmin kadınlara yönelik saldırgan söylemleri- tamamen kadın cinselliğinin şeytaniliği iddiası üzerinden kurgulanmış ve bu kurgu aynı zamanda komünist siyasi kimlikle birleştirilerek anti-komünist histeriye de kapı açmıştır.
Yerli milli ve ahlâki olarak nitelendirilen faşist söylemin özünde erkeğin savaşması, öldürmesi ve ölmesi kadının ise sadece üremesi düşüncesi vardır, faşist düşünce kadının ve erkeğin bu görevlerini birer doğa yasası olarak görür. Bir yandan kadınlara milliyetçi ideolojinin taşıyıcısı namuslu anneler oldukları için övgüler yağdırılmaktadır, öte yandan da bu aktarıcılık görevini yerine getiremeyenleri aşağılamaktadırlar. Aynı zamanda düşledikleri ideal toplum projesini nasıl gerçekleştirebilecekleri, bu konuda neler yapılabileceğine dair kafa yormaktadırlar…
1943 yılında Nihat Atsız [4] bu konuda yapılması gerekenleri -tıpkı bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda yapmaya çalıştığı gibi şu sözleriyle, daha doğrusu şu sorusuyla dile getirmiştir: “Acaba bilhassa gençlerimizin ve bilhassa kızlarımızın zehirlenmesine engel olmak için bütün memlekette sinemalar kapatılsa, erkek ve kadın plajları ayrılsa, roman ve hikâyeler sansürden geçse ne olur? Demokrasi, hürriyet suya düşüp medeniyet yok mu olur?”… Bu sözlerden de anlaşılabileceği gibi kadın sorununa mutlak çözüm, özel alana hapsedilmiş kadınların, burada da sıkı bir denetim altında tutulmaları ve ahlâki yozlaşmalarına yol açabilecek her türlü illetten(!) yoksun bırakılmalarıyla mümkün olabilecektir. Türkçü faşizm aynı dönemlerde öjeni anlayışı doğrultusunda öncelikle ailelere en az üç çocuk yapma önerisinde de bulunmaktadır. Onların düşüncesine göre çocuksuz bir insan isterse yüzlerce sene yaşasın; toplum hayatı için hiçbir anlam taşımamaktadır. Faşist ideoloji, kadını yalnızca anne, yalnızca etnik topluluğun bireylerinin biyolojik taşıyıcısı olarak betimler.
Türkçü faşizmin Türk tarihine genel anlamda bakışı ve tarih anlatısı da, destansıdır.. Bu tarih anlatısında kahramanların öncülüğünde sürekli olarak savaşmış ve hep kazanmış bir milleti anlatan hamaset dolu öyküler yer alır. Faşist ideologlar tarihe baktığında yalnızca kahramanlıkları, savaşları ve zaferleri görür. Başarısızlıklar ve yenilgilerden nadiren söz edilir ve yenilgiler mütemadiyen dışsal nedenlere bağlanır. Nihat Atsız’ın Osmanlı padişahları ile ilgili olarak yazdığı makalelerde, tek bir padişah hakkında bile başarısızlık ithamında bulunmadığı, aksine tüm padişahları sahiplendiği görülür. Aynı şekilde Türk devletlerinin yıkılışında doğrudan yöneticiler değil, düşmanın yaptığı hileler, kanı bozukların ihanetleri, azınlıkların işbirlikçiliği vb. durumlar ön plana çıkarılır. Faşist ideologlara göre Türklerin tarihinde yüz kızartacak tek bir durum, tek bir olay yoktur.
Faşizm, hayal kırıklığı içerisindeki topluma en büyük ayrıcalıklarının aynı ülkede doğmaları ve aynı soydan gelmeleri olduğunu söyler. Milliyetçiliğin kökeni tam da budur. Milli ve yerli kimliği sağlamak için bir de düşmana ihtiyaç vardır. Faşist ideolojinin kökeninde -muhtemelen uluslararası bir nitelikte- bazen de paralel bir komplo bulunmaktadır ve komplonun içeride de işbirlikçileri vardır.“Yahudiler, Ermeniler bu bakımdan çoğu kez en kullanışlı olanıdır. Ayrıca düşman imgesi bir yandan tüm kötülükleri yapmaya muktedir bir yandan ise üstesinden gelinebilecek kadar güçsüz şekilde kurgulanmalıdır ki düşmanla mücadele etme arzusu sürekli olarak diri tutulabilsin. Kuşkusuz ki faşizm, hayatı sürekli olarak bir mücadele ve bir savaş hali olarak algılamakta ve algılatmaya çalışmaktadır.
Köprünün altından onca sular akmış olmasına rağmen bugün gelinen yer tıpkı bir çemberi tavaf edercesine aynı noktadır. Başlangıçta ümmetçi bir anlayışla yola çıkan iktidar son dönemde ümmetçiliğe milliyetçiliği de eklemleyerek belki de MHP’yi saha dışında bırakıp, onun misyonunu da üstlenmek istemektedir… Kim bilir? Gelinen noktada böyle bir toplum yaratma projesi içinize siniyor mu?
Ey! İnsanoğlu Ey! İnsan kızı!? Lütfen çok okuyalım, çok araştıralım! Bugün bize söylenen birçok şeyin geçmişin ezberi olduğunu görmek için… Uyanmak için… Sorgulamak için… Aydınlanmak için…
Funda Kocatürk