Halkın oyuna (!) gereksinim duyulan her dönemde, burjuva sistemin başrol, ikincil rol oyuncuları canhıraş çabayla sahnede yer tutma yarışına katılır.
Yine, yenilenen bir yarış sürecinde burjuva düzen içi liberalinden muhafazakarına, demokratından faşistine, dincisinden sosyalistine kadar tüm irili ufaklı partiler görücüye çıkmış misali siyaset arenasında boy gösteriyorlar. Sendikalar, sivil toplum örgütleri, yazar, çizer ve sanatçı kurumları da siyasilerin artçısı halinde ve onlardan geri kalmıyor. Tüm partilerin, sivil örgütlerin şeflerinin ve kadrolarının söylemi esas olarak; “ben, devleti toplum yararına (!) ötekilerden daha iyi yönetirim” iddiası içerikli. Her parti, her sendika şefinin ve yazar, çizerin; “toplumu kurtarma” iddiasının rengi ve söylemi, ideolojik yüklemine uygun biçimleniyor.
Onlarca partinin sahneye çıkmasına karşın ancak birkaç parti sürecin başoyuncusu olmak imkanına ulaşabiliyor. Bu partiler dışındaki partiler, yardımcı oyuncu ya da figüran olarak başrol üstlenen partiler arasındaki kavganın yancı unsurları. Ancak bu ikincil etkinlikteki partilerin şefleri ve kadroları da oyunun baş aktör ve aktrislerinden rol çalmak için “önemli” görünme salvosu yapıyorlar. Sahneye çıkan tüm oyuncuların canhıraş tutuştuğu kavga (!) ve oyuncuların tavrı hiç de yabancı değil. Demokratik kitle örgütlerinde, sendikalarda hizipler arası kavgalara ve kavgaya taraf olanların ya da kavgayı izleyenlerin tavrına hemen herkes tanık olmuştur.
Toplumsal hayatın her alanında, herkesin yanında yöresinde, küçük çaplı da olsa benzer çatışma sürdürülüyor. Normal zamanlarda birbirleriyle didişen ama kimsenin onayına gereksinim duymayan oyuncular; özellikle bazı kritik dönemlerde, merkezin dış çemberinde konumlanan yancıların/ destekçilerin ve tabi ki oyunun izleyicisi konumundaki çoğunluğun şeklen de olsa onayının alınması gerektiğinde, söylem ve tavırlarını duruma uygun şekle sokuyorlar.
Kavganın başrol oyuncuları ve figüranlar; öncesinde dikkate almadıkları, dönüp suratlarına bakmadıkları insanları taraftar etmek için, onayına başvurma zahmetine katlanıyorlar. Bu zahmete katlanmanın derin acısını yutkunarak hazmedip ve kendilerine yönelik aşağılayıcı sözlere rağmen oyunun izleyicilerine; “siz en büyüksünüz” sözlerini dillerine pelesenk etmekten geri durmuyorlar. Durumun geçici olması ve sürecin getirisi, seyircinin “nazına” katlanmanın gerekçesi oluyor.
YARAR TÜM TOPLUM İÇİN DEĞİL SINIF İÇİNDİR
Kavganın taraflarının ortak tavrı ve söylemi; “ kavganın içinde yer alma amacının, toplumun yararına olduğunu” altını çizerek belirtmektir. Sahneye çıkan oyuncuların (politikacıların, yazarların, sanatçıların, sendika şeflerinin, kanaat önderlerinin) tümünün dilinden düşürmediği tirat, “kendi yararları için hiçbir şey istemedikleridir.”
Sınıflı toplumda bu tirat aldatmacanın en geçerli argümanıdır.
Sınıflı toplumlarda egemen sınıf iktidarının sürdürülmesine şu ya da bu şekilde ve şu veya bu tonda katkı sunan oyuncuların halkın onayına(!) gereksinimi; üzerinde yürüyenleri aldatmacaya kaydıran eşiktir.
“kendi yararım için hiçbir şey istemiyorum” iddiasının, aldatma eyleminin argümanı olmasının gerekçesi; sınıflı toplumun fıtratında vardır. Sınıflar arası çelişki ve çatışmanın, herhangi bir eylemin toplumun tümünün (eşit ölçüde) yararına veya zararına olmasına izin vermeyeceği, sınıflı toplumun birincil gerçekliğidir. Sınıflı toplumda bir eylemin getirisi, bir sınıfın lehine ise diğer sınıfın genellikle aleyhinedir. Bir sınıfın lehine olan durumun öteki sınıfın da lehine olması durumu mümkün değildir ve mümkün olsa dahi bu durum; ancak bazı koşullarda göreceli ve sınırlı olabilir.
Sınıflı toplumda gerçekleşen eylemin getirisinin bireyin yararına olup olmaması da; sürecin, bireyin üyesi olduğu sınıf lehine yürümesine doğrudan bağlıdır. Sahnedeki aktörlerin eylemleri öncelikle dahil olduğu sınıfın yararınadır. Kuşkusuz sahnelenen oyuna yönlendirici olarak damgasını vuran ve bu nedenle oyunun egemeni olan sınıfın, aynı zamanda oyunun sergilendiği sahnenin sahibi olması, onun istencinin/iradesinin, oyunun gidişatında belirleyici olmasını sağlar. Dolayısıyla sahnelenen oyunun içinde yer alan aktör ve aktrislerin de, oyunda rol üstlenmek için sahne dışında sırasını bekleyen oyuncuların da eylemi, oyunun gidişatını belirleyen sınıfın iradesinden bağımsız olamaz. Oyuncuların konumlarına göre getirisi, oyuna iradi müdahale gücü olan sınıf yararınadır. Bu gerçeklik; siyasilerin, yazarların, düşünürlerin, sanatçıların tümünün; “amacım, toplumun tümünün yararı için mücadeledir” iddiasını boşa çıkarır.
Bir sınıfın yararına olan getiri de, o sınıf içerisinde konumlanan insanlar arasında, mevzideki yerleriyle doğru orantılı olarak farklı ölçekte pay edilir. Mücadelenin sınıfa getirisi olacaksa ki; olmaması mümkün değildir, olur ve bu getiri mücadele içerinde yer alan bazı aktörler/ aktrisler için daha fazladır. Söz konusu insanlar ön safta yer alırlar ve bu başrol oyuncular, ön safta yürürken; “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim” sözünü “kendini feda etmenin” nişanesi olarak gururla dillendirirler. Ancak “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim” sözüne yüklenen anlam görevin tam tersine pratiktir gerçekleşen.
Aynı cephede konumlanan bireylerin eylemi, amaç ve istenç öyle olsa da her zaman o cephenin yararına sonuçlanmayabilir de. Sınıfın zararına olan eylem, bazı durumda aynı cephedeki bireyin yararına olabilir. Tersi de doğrudur. Sınıf yararına olan eylem, bireyin aleyhine olabilir. Sınıf üyesi birey eylemi, sınıfa yarar ya da zarar getirir. Sınıf yararına olan şey de bireye yarar ya da zarar verebilir.
Bireyin, sınıfın zararına olduğu açık olan eylemini sürdürmekte ısrar etmesi, bireyin asıl olarak o eyleme başlarken sınıf yararı çığlığı ile örtülü bir amacının da eyleme girişirken kendi yararını gözetmesidir. Birey, sınıf yararını da önceleyen halde sınıf eylemine katılır. Bu bireyler tarafından üzeri örtülen bir gerçekliktir. Bireyin kendi yararına olduğu için sınıf eylemine katılıyor olması durumu; eylemin sınıf zararına yürümesi halinde dahi bireyin eylemi sürdürme inadıyla ortaya serilir.
Gerçeklik; toplumsal oyunda yer tutan oyuncuların dillerinden düşürmediği “benim kendimi feda etme pahasına sahnede yer alışım, halkın kurtuluşunu büyütür” hamasetinin tam tersidir.
Bireyi idol yapan eylemler önem kazanıp öne çıktıkça; halkın kurtuluşu için kitlenin kahramanlığının zorunlu olduğu gerçeğinin üzerindeki örtü kalınlaşır. Sınıfın kurtuluşu için üyelerinin kolektif eylemi zorunluluktur, gerçeğinin üzerindeki örtünün kalınlaşmasını sağlayan her birey eylemi, bireye yarar sağladığı ölçüde, sınıf hareketine zarar verir.
İdol olma dürtüsü; bireyin maddi ve manevi kazanım elde etme olasılığı üzerinde biçimlenir. İdol olma amacı ya da idol oluşun sürekliliğini sağlayan koşulardan kopmamak birey ve grubun çabasının esas argümanıdır. Dolayısıyla idol için öncelik varoluşudur ve sınıfın egemenlik alanı onun için sırça köşkünü inşa zeminidir. İdol olma ve idol kalma hırsı bireyin gözünü kör eder ve sırça köşkünün inşa zemininin sınıfın egemenliğinin eseri olduğunu unutur. İdol çoğunlukla varoluş gerçeğinin farkına varmaz. Ancak ne durum da olursa olsun idolün taraftar bulması zorunluluktur. Bu zorunluluk idolün söylemini biçimlendirir. İdol pratiğinin gerekçesini toplumun yararına bağlar; çoğu hamaset cümlesi bu uydurma gerekçe içerikli kurulur. Bu ikiyüzlülük halidir. Kendine fildişi kulesi yapma arzusuyla debelenme eylemine “benim için” durumunu gölgeleyecek biçimde “bizim için” etiketi yapıştıran insanın durum resmi irite edicidir.
SINIF YARARINA OLAN BİREY YARARINI İÇERİR
Hangi şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın bireyin eylemi, istenç itibarıyla kendi yararını gözeterek yaptığıdır. Her durumda her sınıfın, grubun olduğu gibi insanın da eylemini tetikleyen, tavrını şekillendiren, maddi ve manevi yarar edinme istencidir.
Bireyin “ben kendi yararımı amaçlamıyorum” sözü; icat edilişini sınıflı topluma borçlu olan en büyük yalandır. “Ben kavgada taraf değilim” savı kadar “ bireysel yararımı hiçe sayarak, topluluğun yararı için kavgaya dahil oldum” savı da gerçekliğin inkarıdır.
Sahnelenen oyunun getirisinden yararlanma istenç ve umut derecesi bireylerin yer aldığı konumun asıl belirleyicisidir. Ön safta yer alan azınlık rol çalma ve kendinin toplumsalda fonksiyonel olduğu kanaati oluşturarak ilgi değerini yükseltme amaçlı devreye girmesi açık sergilenir. Bu unsurlar taraftırlar ve bu durumlarını açık gösterirler ya da zımnen taraf olduklarını söyleseler de taraf oldukları herkesin malumudur. Bir azınlık ise sahnede başrol oyuncularının ya da tali rolü olanların çatışmasına taraf olmadıklarını vurgulayarak yer tuttuklarını özel önem ve övünçle bildirirler. Övünçlerine gerekçe ise kendi yararlarını asla gözetmeden toplumun büyük çoğunluğunun yararına yer tuttukları/duruş takındıkları savıdır.
Sahne de rol alanların tavrı bu savı yadsır. Sahneye çıkanın oyunun dışına çıkmak (seyirci olmak) istememesi ve hatta yerini en yakın siyasi arkadaşına dahi devretmekten kaçınması; bireyin oyun içerisinde sürekli yer alma çabasının, eylem sürecinin kendi yararına olması amacından kopuk olmadığına işarettir.
“Ben toplum için kendimi feda ettim “ iddiası ”toplum için kavgaya girdim” iddiasının daha da abartılmasıdır. Ki bu abartılı iddia sahiplerinin “ toplumun ya da halkın onun çağrısına kulak tıkayıp ardı sıra gelmeyince yaşadığı hayal kırıklığının “Bu halktan bir halt olmaz “ inkarına kayması kaçınılmaz olur.
Siyasi aktörlerin toplumsal söylemlerinin tamamı seyircilerin ideolojik ve siyasi yüklenimiyle doğrudan ilişkili eğilim ve pratiğini kendi yararına kullanma eksenli söylemlerdir. Bir partinin ideolojik yüklenimi ile halkın eğilim ve istemleri aynı ise ve parti kadroları halkın bu durumunu halkı yönetmenin yani halk üzerinde erk olmanın aracı yapıyorsa, o parti kadroları halkın ideolojik yüklenimi kullanıyor demektir. Bir parti ve parti üyesi bireyin söylemi, halkın istenç ve gereksinimine ilişkinse ama pratiği, söylemiyle çelişiyorsa, bu parti ve birey, grup halkı aldatıyor demektir. Dillendirdiği fikrin tezahürü pratiği yapmamak aldatmaktır.
İster halkın ideolojik yüklenimi kullanarak yönlendirici konumuna ulaşsın, ister halkın istençlerini söylem olarak dillendirmekten öteye geçmesin; her durumda birey ve grup kendi yararı için halkı eğilim ve gereksinimini araç kılmış olur.
Ancak, yalnızca birkaç insan açıkça, kendi çıkarına olacağını düşündüğü için sınıf eyleminde yer aldığını ve sınıf eyleminin, kendi birey yararının reddi olacak biçimde yürümesine taraf olmadığını açıklar. Bu bireylerin, mücadeleye katılmaları; sınıf eyleminin, birey yararını içerdiği gerçeğine vakıf olmalarıyla doğrudan ilişkilidir.
Pratiğinin kendi yararına olanın ifadesi olacağını açıklayan insanlar birbirine zıt sınıf üyeleri olsalar da birbirlerini karşı tavizsiz olsalar da ortak vasıfları, “dürüst“ olmalarıdır ve bunların sayıları oldukça azdır.
TOPLULUĞUN DAVRANIŞI DA BENZERDİR
Siyasi ideolojik alanda sahnelenen oyun öylesine hengame içerisinde ve gürültü çıkarılarak yürütülüyor ki; şamatanın dozajı artırıldığı ölçüde oyunun neden sahnelendiği ve ilgisine mahzar olunmak istenen seyircinin ne durumda olduğunun üzeri örtülüyor. Onayı için etkilenmesi istenen seyircinin de taraflardan oluştuğu ve bu taraflar arasında süren çelişki ve büyük bir çatışma sürdüğü yadsınamaz bir gerçekliktir. Tarihi yapan biçimleyen ana faktör de bu sınıflar arası çelişki ve çatışmanın durumudur. Ne kadar üzeri örtülse de bu gerçeklik alttan alta belirleyici egemenliğini duyumsatıyor. Siyasi, ideolojik alanda kopan gürültü; dipteki, deprem oluşturan gücün yönlendirici ve biçimleyici fonksiyonel etkisini unutturmak istese de doğrudan bu durumun belirleyici hegemonyası ile biçimleniyor. Gerçek şu ki; seyircinin ilgisini ve dolayısıyla iradesini/ gücünü tarafına çekerek oyun içerisinde iyi konumlanma çabasının/ güdüsünün varlık sebebi de seyircinin (sınıfların) gücüne yaslanmak gereksinimidir. Sahnenin çeperinde konumlan seyirciler belirleyici güçtür ve derinden yürütülse de seyirciyi oluşturan sınıflar aralarında süren çelişki ve çatışma; sahnedeki kavganın çıkmasının asıl müsebbibidir.
Kavgayı dış çeperden izleyen çoğunluk kendi deneyimlerine dayanarak kısa veya uzun vadeli yararına olana göre karar verir. Kuşkusuz bu çoğunluğun hepsinin aynı tarafta yer almaması olağan durumdur. Çıkarlarının zıtlığı onların yerlerinin belirleyicisidir. Birey ve grupların yer aldıkları cephedeki konumları da zıtlık derecelerine bağlı olarak biçimlenir. Yani bu sessizlik tarafsızlık anlamına gelmiyor. Sessiz kalmak, ortaya atılan fikri ve eylemi onaylamak sanılır. Ancak bu yaklaşım her zaman doğru değildir. İnsan karşı olduğu fikre karşı da suskun kalır.
Önemli bir ayrıntı; olayı izleyenlerin çoğunluğunun oyunun karşıtlarına karşı kayıtsız kalma rolüne girerek heyecanı yüksek derecede sürmesini sağlamasıdır. Bu çoğunluk arada bir de olsa kendilerine tanınan bu “biçimleyici olma” durumunun geçici hazzını tadarak kendilerine en fazla çıkar sağlayacağı fikrine kapılmasını sağlayan araçları etkileyici kullanan tarafa onay verirler. Bu pay verişin esas ve tek gerekçesi öznel yarardır. ( maddi ve duygusal)
Ancak insan müdahil olmadığı eyleme karşı duruş göstermiyorsa da sonucun dayatmasına karşı aciz kalmaya katkı sunar.
Genel bilinendir. Tarihi yapan kişiler, kurumlar değil bu kişi ve kurumlarında kaderinin biçimlenmesinin müsebbibi olan ve dolayısıyla tarihi biçimlendiren sınıflar arasındaki çıkar farklılıklarına dayalı çelişkinin neden olduğu pratiktir.
Siyasi ideolojik alanda sürdürülen oyunun sahneye konuluş amacı ve hedefinin farkındadır seyirci. Bazı burjuva sol ve sosyalist kalemşorların iddia ettiğinin aksine topluluğun özellikle emekçilerden oluşan çoğunluğu sahnede sergilenen oyunu anlamayacak kadar aptal değil.
Halkın, siyasilerin yalanlarına inanmasının gerekçesini, insanların aptal veya cahil olmasıyla ilişkilendirmek yanlıştır. Toplumun büyük çoğunluğu kendilerinin aleyhine olan oyun düzeninin yıkılabileceğini kavramaktan uzaktır. Büyük çoğunluğun bu durumu bireylerin kavrama yetisinin arızi olmasıyla (yanılsamalı bilinç durumu ile) doğrudan ilişkilidir. Toplumun çoğunluğunun emeğinin sömürüsü ve sömürüyü sürdürmek amacıyla çoğunluğun, azınlık yararına cendere altına sokan sistemin idamesi durumunun, çoğunluğa yaşamsal varlığını sürdürmek için sistemi değiştirme ve hatta yıkma hakkını verdiğini ve hatta sistemin yapılanışının, bu hakkın oluşmasının müsebbibi olduğunu anlama yetisine sahip değildir. Sınıflı toplumun sürmesi bu bilinç halinin sürmesinin de koşullarını yeniden üretir.
Toplumun çoğunluğu; Siyasi, ideolojik aktörlerin aktrislerin, “insanın insanı aldatmasının koşulunu oluşturan toplumsal düzenin değişmesinin mümkün olmadığı” söyleminin büyük bir yalan olduğunu kavramaktan yoksundur; ki bu hal, insanların aptallığı ile değil bilinç yanılsaması ile ilgilidir. Çünkü en zeki insan bile siyasilerin yalan rüzgarına aklını kaptırır. Söylemin, o toplumdaki sınıf çatışmasının yönünü biçimlendirdiği eylemi değiştiremeyeceği için aldatma argümanı olduğunu kavrama yetisine” sahip olmaması; bireyin, topluluğun yalana kapılmaya razı olma nedenidir.
Toplumsal pratiğin hangi sınıfın çıkarına bir seyir izleyeceğini kavramayan insan, grup, sınıf (aptal ya da zeki veya bilgili ya da cahil) siyasilerin eylemlerini salt toplumsal yarar için yaptıkları söylemine inanmaya açıktır ve hangi renkte ve kıvamda ve ideolojik gömlek içerisinde olduğu belirleyici olmaksızın birey siyasetçinin söylemine kapılır.
Kuşkusuz toplumun büyük çoğunluğunun, siyasi ideolojik alanda üretilen yalanlara inanmasının esas nedenini; amaçlanan ve yapılan eylemin kendi yararına olacağına ilişkin yaratılan algıya inanmasıdır. Söyleme imanın üzerine oturduğu veri ise; insanın grubun, sınıfın içine düştüğü durumdan kurtuluş gereksinimidir. İktisadi yoksunluk içerisindeki insan, topluluk, yoksunluğunu yok edecek koşullara ulaşabileceğine ilişkin umudu yoksa yoksunluğunun girdabına kapıldığı yerde kendini avutacak bir yalana sarılır. İnsanlık tarihi boyunca avunma ihtiyacını gidermek istenciyle hayatın kirliliğinden kaçış aracı sayarak hurafeye, masala, her türden edebi anlatıya sarılan insanın söz konusu pratiğini normal sayan insanın, topluluğun; siyasilerin hayal ürünü mavalına inanmasını yadırgamak saçmadır.
Söylemin kendi yararına olduğuna iman etmekten başka çıkış yolu olmayan insanın ve topluluğun bu noktadan sonra yapacağı tek şey ise verili amaç için çaba göstermektir. İman edilene ilişkin çabanın dürtükleyicisi; sistemin sağladığı sınırı zorlayarak payını artırma istencidir. Sınırları içerisinde debelendiği düzende bireyin, grubun; sistemin sürdürülmesinin teminatı olan siyasete inanmasının gerekçesi, peşinden sürükleneceği söylemin / pratiğin kendi yararına olacağı fikridir. (Yalana iman da bireyin bile isteye kapıldığı, avunma gereksinimini tatmin durumudur)
Sınıflı toplumun bireye sunduğu ve ikna olmasını sağladığı ; “sistem bireysel yararını sağlayacağı koşulların olduğu bir yapıdadır ve sen sistemin sana sunduğu refaha ulaşma olanağını kullanabilirsin” söylemine imani algı; sistemin kendine sunduğu araçları kullanma becerisini geliştirmeye yönelmesinin zeminidir. Becerisini geliştirdikçe sistem içerisindeki payını yükselteceği kanısıyla insan, grup, sınıf; siyasi ve ideolojik oyuncular tarafından sahnelenen oyun sürecinde de yarar edinme sınırlarını zorlamak için sahnedeki oyuncuların ondan beklentisini kullanır.
Siyasi aktörlerin aktrislerin topluluğun desteğine gereksinimi; sahnenin dış çeperindekilerin de oyuna katılmasını gerekçelendirir. Toplumun çoğunluğu, sahnedeki oyuncuların kendilerine gereksinimi oluşunu (farkına vararak); onların kurduğu oyundan elde edecekleri pahasına kullanırlar. Çoğunluk içerisindeki birey ve gruplar da sistemin sınırları içerisinde becerileri ölçeğinde kazanç elde etme avcılığına soyunurlar.
Politika yapıcıların, toplumun çoğunluğunu, cahil ve aptal oluşları nedeniyle kandırarak toplumun yararına pratikten uzaklaştırdıkları savı ham hayaldir. Bir burjuva kapitalizmin sürmesini kendi yararı için ister. Bu gerçektir. Diğer yandan bir işçinin kapitalizm karşıtlığının, kendi yararının kısıtlanması ölçüsünde çoğaldığı ya da azaldığı da yadsınamaz gerçektir.
Sahnelenen oyunda rol alan oyuncular; çoğunluğun çıkar elde etme istençlerini kendi amaçlarının aracı kılma merkezli politika yapıcılardır. Toplumun çoğunluğunun, çaresizlik batağında beslenen istek ve eğilimini kullanarak erki ele geçirmek noktasında politika yapıcıların becerisi; erk olmasının toplumun yararına olacağına çoğunluğu inandırmasıdır.
Sınıflı toplum sisteminin topluma benimsettiği şiar; “Kendi çıkarını düşün ve yap ama bu çıkarının tüm topluluğun yararına olduğunu ne kadar benimsetebilirsen kendi yararına olan eyleminin de o kadar başarıyla sonuçlanmasını sağlarsın.” Bu edinim insanı ve toplumu ikiyüzlülüğe ve yalana sevk eden önemli faktörlerden biridir.
İKİYÜZLÜ OLMA TAVRINDAN KAÇINMAK ÖNEMLİDİR
Sınıflı toplumun bireyi içerisine soktuğu batağın kültürü ikiyüzlülük ve aldatma içeriklidir. Ve hemen hemen tüm bireyler az ya da çok bu ikiyüzlülüğün sürdürücüsü olurlar.
Her cephede at koşturan politikacıların yanı sıra sahneye çıkan oldukça çok sayıda, meslek odası şefi, sendika ağası, yazar, şair, aktör, aktris vs. var. Tüm önceli sınıflı toplum düzenleri gibi kapitalist toplum düzeni de mirasına sahip çıktığı sınıflı toplum düzenlerini aratmayacak ölçüde tam bir riya batağı durumundadır.
Kendi varoluşunu inşa etme arzusuyla yanıp tutuşan ama bu arzusunu gerçek kılmayı “toplum için kendini feda etme” olduğu algısı oluşturma ikiyüzlülüğüne karşı doğru tavır gerçeğin ifadesi eylemdir. Doğru tavrı göstermeye en yakın olanlar sosyalistlerdir. Ancak kendinin sosyalist cephede olduğunu iddia eden bireylerin çoğunluğunun gerçeğin sözcüsü olmaktan uzak durdukları da gerçektir. İnsani istenciyle barışık olup toplumsal varoluş çabasının, kendi bireysel yararını içeren bir çaba olduğunu açık ifade etmekten çekinmeyen insan sayısı, bataklığı kurutmaya yetmeyecek kadar azdır.
Toplumsal/ bireysel serüvenini sürdürme sürecinde, toplumun biçimlenişinin belirleyici etkisi ile bireyin öne çıkma istenç ve çabasının zorunluluğunu inkar eden birinin, ”salt toplumun kurtuluşu için kendi varlığımı feda ediyorum” iddiası arızidir.
Mesele şu ki; insanların kendi varoluşları yararına eylemleri yapmaları doğaldır ve normaldir. Tiksindirici olan, bireysel varoluşu sürecinde gerçekleştirdiği eylemi, “toplumsal” halesiyle taçlandırmaktır. Bir grubun, sınıfın varoluş süreci de o sürecin içerisinde konumlanan her bireyin kendi varoluş sürecinin toplamıdır. Grubun yararı yaftası altında öteki bireylerin varoluş çabasını görmezden gelmek özgürlüklerini yok etmek pahasına, bireyin “öncü kadro” kisvesiyle kendi varoluşunu egemen kılmak, ötekinin yok oluşu üzerinde kendi varoluşunu tesis etmek ve bu eylemi de toplumsal kurtuluş örtüsü altına sokmak; toplum / insan ilişkilerini çürüten bataklığa su taşımaktır.
Sosyalist olmanın “bireyin varlığını halk için feda etmek” olduğuna ilişkin metafizikçi bir yaklaşım gezegenimizin her bölgesinde yaygınlaştırıldı. Şu açıktır ki; sosyalist olmak “kendini halk için feda etmek” değildir. Bu aldatıcı sava karşı; sosyalizm için mücadele içerisinde yer alırken dürüst olmanın esas argümanı, Ben sosyalizmi kendi kurtuluşum için istiyorum ve sosyalizmi kendi kurtuluşu için zorunlu sayan emekçilerle birlikte kapitalizme karşı mücadele içerisinde konumlanıyorum yaklaşımıdır. Dürüstlük devrimci sosyalist gerekliliktir. Ve açıktır ki, dürüstlük, gerçeğin savunucusu olmanın ifadesidir. Ve ancak gerçeğin katıksız savunucusu olan sosyalistler devrimci sıfatını hak ederler.
BABÜR PINAR