Müzik sanatımız nereye gidiyor?

Kökleri yüzyıllar öncesine uzanan iki geleneksel müzik türümüz vardır bizim: Halk müziğimiz ve eskilerin “Divan musikisi” dediği geleneksel sanat müziğimiz. Bu köklü iki geleneksel müzik türünün kültür mirası olarak önemini, değerini bilmeyen yoktur. Kültür ve Milli Eğitim bakanlıklarımız bilir, radyolarımız, televizyon kanallarımız, müzikle ilgili vakıf ve derneklerimiz bilir, eğitimcilerimiz, Türk müziği konservatuarlarının açılmasına önayak olanlar bilir, müzikologlarımız, derlemecilerimiz, halkbilimcilerimiz bilir, tarihçilerimiz, siyaset bilimcilerimiz, kültür adamlarımız, devlet adamlarımız, siyaset adamlarımız, yöneticilerimiz bilir… Onlara sorulacak olsa ayrıcasız hepsi, halk müziğimizin ve geleneksel sanat müziğimizin değerini bilmekle kalmaz, bu müziklerin üstün düzeyini, incelikli özelliklerini göklere çıkarır.

Ülkemizin kültürel yaşamında en etkileyici öğeler arasında olan bu iki geleneksel müzik türü, günümüzde kültürel yaşamdan giderek elini eteğini çekmekte, daha da kötüsü, bir daha ele geçiremeyeceğimiz değerli yerini, hiçbir yönden değeri bulunmayan popüler müzik çeşitlerine bırakmaktadır.

Müziğin içinden gelen bir insan olarak hemen belirteyim ki, “Popüler müzik” dediğimiz eğlence müziği çeşitleri, yabana atılamayacak toplumsal bir gereksinimi karşılar. Ama bu müziklerin, halk müziklerindeki gibi, halkın ortak duygu ve düşüncelerini haykırma işlevini yerine getiremeyeceği açıktır. Ayrıca sanatsal amaçlı “klasik” müziklerin derinlik ve ağırlığıyla karşılaştırılamayacağı da bilinir.

Öte yandan popüler müzikler, ilkçağdan günümüze, değişik çağ stillerindeki çeşitli adlar altında, hemen bütün ülkelerde hep yaşamıştır. Antik Yunan’daki şarkılı-çalgılı-danslı-şaraplı Dionysos şenliklerinden günümüze değin çeşitlenerek çoğalan, yaygınlaşan, kapsama alanı bütün kıtalarda ilgi gören popüler müziklerin yerini küçümsemek boşunadır; çünkü eğlence müziği, vazgeçilmez bir toplumsal olgudur.

Bu gerçeklere bakarak popüler müzik çeşitlerini bütünüyle küçümsemiyoruz. Öte yandan şunu ekleyelim ki, hiçbir yönden müzikal değeri bulunmayan popüler müzikler de vardır ve bunlar, kimi aydınlanmamış toplumların, ya da estetik yönden beğenileri çağdaş anlamda gelişememiş toplumların müziğinde yaygınlaşarak benimsenirler.

Temel soru şudur: Popüler müzik türünden ya da başka bir müzik türünden bir eser, herhangi bir müzik parçası, hangi yönlerden değerlendirilir, genel olarak hangi nitelikleri taşımalıdır? Bu soruya yanıt vermek için müzikolog olmak gerekmez. Aklı başında herkes, bir müzik parçasını şu yönlerden değerlendirerek onun düzeyini kestirebilir:

İlk ölçüt, “melodik düzey”dir. Parçanın melodisi acaba “vıy vıy vıy” diye hep aynı birkaç sesi mi yineliyor, yoksa az çok inişli çıkışlı, gerilimli ve çözülümlü, dokunaklı bir çizgi mi izliyor? Bunun yanıtını geleneksel sanat müziğimize bakarak verebiliriz: Olağanüstü makâm zenginliğine sahip olan geleneksel sanat müziğimiz, dokunaklı nağmeleriyle, geçki teknikleriyle, yerinde kullanılan bezeklerle ve onlara uyan seslendirme kavrayışıyla insana derin bir haz verir. Toplum olarak acaba biz, geleneksek müziklerimizin verdiği bu hazzı yok saymaya neden gerek gördük de müzikal değer taşımayan “yâveler”i benimsedik? Yoksa bu toplum, ters dönen bir tekne gibi alabora mı oldu? Kısa bir süre içinde kitlesel göçler verdi de, milyonlarca insanımız, yerleştiği yeni ortamda düştüğü kültürel boşlukta düzeysizliğe mi yöneldi?

Bir müzik parçasının değerini anlamakta başka bir ölçüt, ritmik harekettir. Geleneksel müziklerimizin sergilediği usûller, özellikle aksak ritimlerimiz, Avrupalıların hayran kaldığı özgünlüktedir. Böyledir ama, “yâve”lerimizde kendini sezdiren sağlam bir ritmik hareket yoktur.

Yine önem taşıyan göstergelerden biri, “sözlü müzik”lerde güftenin düzeyidir. Hem sanat hem halk müziği geleneğimizde sözler, ustaca söylenmiş şiirlerden oluşmuştur. Bu şiirler acılı macılı değildir, “incelikli” ve “derinlikli”dir. Bir de günümüzde çok beğenilen ve yaygınlaşan ünlü yâvelerin güftelerindeki içeriğe göz atar mısınız?

Çoksesliliğin söz konusu olmadığı bir müzikte “armonik düzey”den bahsedilemez; armoni ölçütünü geçiyorum. “Yâve”lerdeki form ilkelliği nedeniyle “form” konusunu da geçiyorum. Ama “çalgılama” dediğimiz, çalgıların ses özellikleri bakımından birbiriyle ilişkisini özenle belirleyen ölçütü es geçemeyiz. Bir eserin müzikal akışını çalgılara isabetli paylaştırma deneyimiyle geliştirilmiş olan çalgılama geleneklerini besbelli ki “yâve sanatçıları” anlayamıyor, belki de umursamıyor, hatta bilerek geleneğin beline vuruyorlar. “Çalgılama”, fazla sayıda çalgının uyuşmayan tınılarıyla hep birlikte çalmaya girişmek değil, deneyimlerin kazandırdığı bilinçle bir araya getirilmiş çalgılar sayesinde “hoş bir sedâ” bırakmak demektir. Geleneksel sanat müzikçilerimizin bu alandaki özenini düşününüz, bir de yenilerde sıkça rastladığımız elektro ya da dijital özellikli çalgılarla yapay sesler üreterek müzik yapanlara bakınız… Müziğin tadını arayanlar, “Eyvah, gelenek elden gidiyor!” diye dövünmeyip de ne yapsın?

Şöyle bir soru da geliyor akla: Uzun yıllardan beri geleneksel müziklerimiz üzerine ciddi çalışmalar yapan değerli müzikçiler, ciltler dolusu kitaplar yazarak, Türk müziği devlet konservatuarları kurarak, korolar oluşturarak, sempozyumlar düzenleyerek, dergiler çıkararak, bıkmadan yazıp çizerek müziğimizi yaşatmaya çalıştılar. Acaba onlar, bu hazin durum karşısında ne gibi tepkiler gösteriyor ve yapılan çalışmalarla biz, kaç arpa boyu yol aldık?

Geleneksel müziklerimizi yaşatmak sorumluluğunu, bu ülkenin bir aydını, bir müzik eleştirmeni olarak ben de taşıyorum. Çünkü “iyi müzik”ten yanayım. Ancak, kötü müzikler, basitliğiyle kitleleri kendine çekebiliyor, düzeyli müzik ise yalnızca küçük bir azınlık tarafından izleniyor. Bu durum, tarih içinde birçok ülkede kimi dönemlerde yaşanmış olabilir. Ama o düzeysiz müziklerin adı, hiçbir zaman akla bile gelmemiştir. Bizde öyle değil: Bizde kötü müzik baskın çıkıyor, kötü müzik egemen ve başat! İlginçtir ki söz konusu yâveler, cumhuriyet döneminde yeşeren uluslararası sanat müziğine teğet bile geçmiyor, Mozart’a, Beethoven’e ilişemiyor bile. Daha çok, geleneksel sanat müziğimizi, sonra da halk müziğimizi kemiriyor.

Ulusal müzik kültürümüz yönünden ne kadar ürkütücü, acı bir durum yaşadığımız ortadayken bu duruma sırt çevirecek değiliz. Peki, ne yapmalı?

Sorunu iki yönden kuşatmak gerekir düşüncesindeyim: Birincisi, gerçek müzikten, düzeyli müzikten yana olan herkesin birlikte davranması amacıyla geniş bir müzik cephesi oluşturmak; ikincisi, mevcut iktidarın, doğru bir kültür politikasıyla bundan böyle geleneksel sanat ve halk müziklerimizi çeşitli yollardan desteklemesini istemek.

Kimin “millici”, “milliyetçi”, olup olmadığını ve kimin geleneksel müziklerimizden yana destek verip vermediğini görmek için sağlam göstergeler değil mi bu öneriler?

Onca müzik derneğimiz, vakfımız, akademik kuruluşumuz var. Onların da desteğiyle geniş, sağlıklı bir müzik cephesi kurmak işten değildir herhalde.

 

Ahmet Say

 

Kaynak: SOL

http://www.habersol.org.tr

Pin It on Pinterest