Halkoylaması sürecinde belirleyici ve “son” hamleyi YSK yaptı. Bu son hamlenin belirleyici olması referandum sürecinde “YSK’nın tüm süreçten bağımsız davrandığı yargısının oluşmasını da beraberinde getirdi. Çoğu siyasi “Başkanlık rejimine yürüme” sürecinin bütünlüğünden uzaklaşarak, YSK’nın bağımsız bir unsur olarak rol oynadığı iddiasını ortaya attı. Oysa YSK’nın böyle bir kararı kendi başına vermesi maddi anlamda olanaksızdı.
Kuşkusuz YSK’nın bir yargı kurumu olarak yasalara uymayan bir tavır sergilemesi önemliydi. Sorunsalın öteki önemli yanı; referandumun başkanlık rejimine geçiş sürecinde bir aşama olması ve yasaların çiğnenmesinin yalnızca bu aşama da gerçekleşmediğiydi. Yasaları hiçe sayan pratiğin sergilenişi; Başkanlık rejimine geçiş sürecinin tümüne şamil bir durumdu.
REFERANDUM ÖNCESİ
Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan hemen sonra yasalarla belirlenen pratiği gerçekleştirmemeği karakteristik bir tavır olarak sergiledi. RTE Cumhurbaşkanın yapması gerekenleri yapmadı ve tarafsız ve bağımsızlığı içeren kurallara uymadı. Zaten Cumhurbaşkanı olduğunda “farklı bir tavır sergileyeceğini” önceden ilan etmişti.
AKP hükümeti Recep Tayyip Erdoğan’ın yasa dışı icraatlarını, alkışlayarak teşvik etme görevini üstlendi. Öyle ki AKP Hükümetinin sevk ve idaresini Recep Tayyip Erdoğan yaptı. RTE; hükümeti doğrudan sevk ve idare etmesinden ve icraatın planlamasını yapmasından “rahatsız” olanları tasfiye etti. Tek adam rejimi planlamalarında kendisine “tali rol düşeceği” kaygısıyla yürüyüşte ayak sürten Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık görevine son verildi.
Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetim biçimi yasalara aykırı olunca onu yasalara uymağa çağırmakla yükümlü muhalefet partisi MHP’nin başkanı Devlet Bahçeli; yükümlülüğünü yerine getirmek yerine bu yasa dışı tavra elbise biçmek için yardıma hazır olduğunu açıkladı. Devlet Bahçeli’nin bu tavra rızasının gerekçesi sarayın arka odalarında aleni dillendirilse de, kamuoyundan gizlendi.
Organize durum; hiçbir yasa ve toplumsal / ahlaki kurala bağlı kalmaksızın tamamen keyfi yürütüldü. Fiil kurallarını doğrudan RT. Erdoğan belirledi. Bu yasa dışı keyfi fiili, “normal” durum olarak göstermek için yandaş medya ve AKP kurmayı epey çaba sarf etti. Propaganda toplumu korkuyla ikna etme noktasına vardırıldı. “Ya Başkanlık ya kaos” türünden açık “savaş” sloganları AKP kurmayınca aleni biçimde açıklandı ve bu beyanlar gazete manşetlerinde yer aldı.
Başkanlık rejimi tartışmaları başlayınca AKP hükümeti üyeleri, “yeni Anayasa değişikliği” hedefini; fiili duruma yasal çerçeve bulmak olarak açıkladılar. Bu açıklama, gerçekleştirilen eylemin yasa dışı olduğunun itirafıydı.
Açıklamalar öylesine hoyrat yapıldı ki; AKP Hükümetinin başbakan yardımcısı Tuğrul Türkeş dahi uyarı yapmak zorunda kaldı. Tuğrul Türkeş’in “Böyle derseniz suç işlemiş olduğunuzu kabullenmiş olursunuz” sözleri kaçak sarayın tavanında “hoş bir seda” olarak yankılandı.
“Amaç için her yol mubahtır” düsturuyla Başkanlık hedefine ihtirasla koşarken RT Erdoğan, “yasalara uy” türünden hiçbir uyarıya kulak asmayacağını pratiğiyle gösterdi.
Sürecin ikinci aşamasında; TBMM de Anayasa değişikliği oylaması yapılırken AKP milletvekilleri cendere altında “açık oy” kullanma pratikleriyle “organize suç” işlediler. Oylarını lüzumlu makamlara göstere göstere “oy veren” AKP ve MHP milletvekillerinin hangi tehditle suç işlemek zorunda kaldıklarının üzerine kara bir örtü serildi.
Yasalara uymama, keyfi davranma ve usulsüzlük aleni gerçekleştirildiği halde hiçbir yargı organından uyarı gelmediği ve cürüm tekrar edildiği için normal olmayan pratik toplumun çoğunluğu tarafından “normal” sayılmağa başladı.
Referandum kararı alındığında, o güne kadar gerçekleştirilen fiil, Referandumun nasıl yapılacağına ilişkin ipuçlarını da vermişti.
Referandum sürecinde; Recep Tayyip Erdoğan; Cumhurbaşkanı statüsünün gerektirdiği kuralları hiçe sayma, Anayasa’yı ilga eylemini daha da artırdı.
Görüntü de olsa “bağımsız ve tarafsız” olması gereken RTE, Hayır cephesinde yer alan parti, kitle örgütü ve bireylere karşı hasım tavırla alana çıktı. Alana çıkarken devletin tüm yasal ve yasa dışı araçlarını kullandı. Devletin tüm organları; valiler, kaymakamlar ve yargı organları “Evet “ kampanyasının neferi oldular. Sosyalistlerin ve demokrasi güçlerinin eylemleri polis gücüyle bastırıldı. Kuşkusuz bu görünendi; MİT, siyasi polis ve “özel” kuvvetlerin süreçte aldığı rol ise kamuya ayan değildi.
Cumhurbaşkanı’nın elinin altındaki “örtülü ödenek” evet cephesinin maddi kasasına dönüştürüldü.
Propaganda sürecinde, açılış yapılıyor gerekçesi ile tüm devlet araçları kullanıldı. Devletin resmi Basın ve yayın organları, eşitsiz ve anti demokratik fiilleriyle AKP borazanı oldu. Tüm AKP li belediyeler, kentlerin her yanını “Evet” afişleriyle donattılar.
Diğer yandan yandaş medya, her tür aşağılama, hakaret, iftira, yalan silahı kuşanarak alana indi.
Referandum sürecinde yasaların çiğnenmesi, RTE’nin pratiğiyle sınırlı kalmadı.
AKP hükümeti de yasa tanımaz tavır sergilemede RTE yi izledi.
Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptıklarını tekrar etmekten başka bir fiili olmayan (Bu nedenledir ki, “Yürütmenin bir tane başı olmalı; Başbakan’a gerek yok” diye Anayasa değişikliğini savunur durumda olan) Binali Yıldırım (10.01.2017) 9. Büyükelçiler Konferansında yaptığı konuşmada, Büyükelçilere; “Görevli oldukları ülkelerin yöneticilerine Başkanlık sistemine geçiş için yapılan Anayasa değişikliğinin zorunluluğunu anlatın” diye talimat verdi. Başbakan, “devletin maaşlı memurlarına” AKP’ye ait bir projenin propagandasını yapın emri vererek “organize suç” işledi.
REFERANDUM ESNASINDA GERÇEKLEŞTİRİLENLER.
AKP yönetimi, tüm il, ilçe ve köylerde yazılı ve sözlü propagandayla kendini sınırlamadı; “iş ve maddi getiri” vaadiyle evet oyu vermesi yönünde Yurttaşların teşvik etti.
Bazı vatandaşlar Evet oyu verdiğini tespitini sağlamak (Ki “Evet” tercihini bir yerlere göstermek zorunluydu) için sandık başına cep telefonuyla girerek verdiği oyun resmini çekti. Oysa bu fiil yasaktı. Ancak kendine vaat edilene kavuşmak için “evet” oyu kullandığını belgelemeğe zorlanması bireyin suç işleme nedeniydi. Ya yoksa kimsenin keyfi nedenlerle yasa dışı bir pratiğe girmesi düşünülemezdi.
Referandum sürerken, önceden planlandığı belli olan “organize iş” özel olarak Kürtlerin yaşadığı bölgede ve AKP ve MHP yandaşı yurttaşların yoğun yaşadığı il, ilçe ve köylerde devreye sokuldu. Sandıklarda çok sayıda mühürsüz oy kullanıldı. Sandık görevlerinin bu eylemin yasal olmadığını bilmemesi mümkün değildi. Farklı partilerden müşahitlerinde güvenlik güçleri tarafından oy işleminin yapıldığı mekanlara sokulmaması; üzerinde YSK’nın mührü olmayan oy ve zarfların kullanılması ve blok oy verilmesi türünden “işlerin”, yandaş sandık görevlileri tarafından yapılmasının bir parçasıydı.
Özellikle bu sandıklarda; dikkat çekici bir durum gerçekleştirlidi. örneğin; YSK verilerine ve “Hayır ve Ötesi” gibi organizasyonların yaptıkları tespitlere göre; başta Şanlıurfa’nın Akçakale, Viranşehir, Hilvan ve Muş’un Hasköy, Yozgat’ın Çekerek ilçeleriyle, Sakarya’nın Akyazı ilçesi olmak üzere; 961 adet seçmen sandığında kullanılan oyların tamamı, yani yüzde 100’ü EVET mühürlü olup, HAYIR mühürlü oy adet ve yüzde olarak SIFIR’dı.
Yapılan incelemelerde, yukarıda söz konusu edilen ve oyların tamamı EVET çıkan 961 sandığın yüzde 30’unda, seçmenlerin tamamının, yani yüzde 100’ünün firesiz sandığa gittiği anlaşılmaktaydı.
Yine, Urfa ili Viranşehir İlçesinde kullanılan oylara ilişkin seçmen listelerinde yer alan seçmen imzalarının aynı olduğu; dolayısıyla tek elden çıktığı tespit edildi. Bu durum, blok oy kullanıldığı gerçeğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koydu.
7 bin 48 adet seçmen sandığında, kullanılan oy sayısının ilgili sandıktaki seçmen sayısına eşit olduğu veya sandık görevlileri de dikkate alındığında, seçmen sayısı ve sandık görevlileri toplam sayısından da fazla olduğu görüldü. Söz konusu sandıklarda kullanılan oyların toplamı 1 milyon 672 bin 249’du. Bu oyların yüzde 60,7’si “EVET” olduğu tespit edildi.
Blok oy kullanımına ilişkin tespitlerde dikkate alındığında, oy kullanmaya gelmeyen seçmenler adına bilahare “EVET” yönünde oy kullanılmış olabileceği olasılığı yüksekti.
Salt bu veriler dahi referandum esnasında usulsüzlük ve sahtekarlık yapıldığının açık kanıtıydı.
İşin önemli bir yanı; mühürsüz oy pusulalarının, yoğun olarak Diyarbakır, Urfa, Hakkari, Muş gibi 1 Kasım 2015 Genel Seçimlerinde HDP oylarının yüksek olduğu illerde ve AKP ve MHP oylarının yüksek olduğu Yozgat, Erzurum, gibi illerde kullanılmasıydı. Bu Tesadüf değildi, çünkü bu bölgelerde devlet kurumları ve “Evet” yandaşı görevliler öteki bölgelere göre daha “rahat” “iş yapma olanağına sahiptiler.
Bu usulsüzlük fiili, “organize işin” sahadaki bölümü idi. Bu durumun gerçekleşeceğini bilen bir AKP üyesi “Mühürsüz oyların kabulü doğrultusunda YSK ya başvurdu. YSK şaibeli ”kararını” 16.30 da açıkladı. YSK ‘nın “karar sandıklar açılmadan önce alınmıştır” savunusu aslında durumun itirafıydı. “Karar” zaten hazırdı. Mühürsüz oy pusulasının ve çift mühürlü olmayan zarfların kullanılacağı zaten biliniyordu. YSK’nın savunu açıklaması; “plan dahilinde kuralı değiştirme eylemini” örtbas etmek için uydurulmuş gerekçeydi. Yani mühürsüz oy ve zarfın geçerli sayılması; “anlık”, durum hasıl olduğunda YSK’nın durumu değerlendirip aldığı bir karar değildi.
Yapılan tespitler Referandum iptaline ilişkin yeterince kanıt oluşturmasına karşın Referandum iptal edilmedi. Çünkü sahada gerçekleştirilen hile; Evet oylarının fazla olmasını sağlamıştı
Peki referandum iptali nasıl mümkün olabilirdi; Bu olası durumu da AKP yandaşı gazeteci Fatih Tezcan açıkladı: “Hayır çıksaydı, Evetçiler referandumun iptali için YSK’ya başvuracaktı.”
Bu cümle; durumun; net, sarih açıklamasıdır. Bu cümle aynı zamanda “yersen” zorbalığının dışavurumudur.
Seçimlerin şeklini ve işleyişini düzenleyen İlgili yasanın; Geçerli olmayan oy pusulalarını düzenleyen 101. Maddesinde , “arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan ” oy pusulalarının geçerli olmayacağı hükme bağlanıyor. Ayrıca Yasanın 77. maddesinde, zarfların ilçe seçim kurulu ve sandık kuruluna ait iki mühür taşımasını düzenleniyor. 98. maddede, çift mühürlü zarflara vurgu yapılıyor.
Hayır oylarının fazla çıkması durumunda; YSK’nın Bu yasaya dayanarak referandumu iptal etmesi hiçte zor olmayacaktı.
Evet oylarının “yeteri kadar fazla olması işinin” tamamlanmasına paralel olarak YSK’nın ilgili yasayı “yok” sayarak “kural koyması”; bu fiilin önceden planlanan organize işin unsuru olduğuna işaret etmektedir. YSK siyasi iktidardan güvence almasa bu kadar açık hüküm içeren yasayı ihlal etmeğe cesaret edemezdi. Çünkü bir hukukçu için, bu türden bir yasa tanımazlık; “normal koşullarda” kendi idam ipini hazırlamak sayılır. YSK’nın hukuku yok sayacak bir karara imza atması; kendini hukuktan üstün gören başka gücün parçası sayması ile mümkündür.
YSK iddia edildiği gibi kendi başına karar vererek usulsüzlük yapmadı. Planlanmış organize edilmiş bir süreçte kendisine verilen görevi gerçekleştirdi.
Başkanlık rejimine geçiş sürecinde planlanıp gerçekleştirilen organize faaliyet; Başkanlık rejiminde, Yargı, yasama, yürütme, medya ve sivil kurumlar arasındaki ilişkilerin nasıl gerçekleşeceği hakkında hüküm vermemize de veri sağladı.
Süreç içerisinde yalanın, hilenin de araç olarak kullanılmasının meşru sayılması; söz konusu sürecin bir “savaş hali” olduğu gerekçesi ile açıklanabilir. RTE için bu süreç; ne pahasına olursa olsun varılması zorunlu amaca kilitlenerek gerçekleştirilen bir savaştır. Bu nedenle süreç; kurum, parti ve bireylerin yasalara uyup uymaması ile sınırlı tanımlanamaz. Referandum sürecinde; alandaki bir taraf, savaş araçlarını ve yöntemlerini kullanarak; sürecin bir “savaş hali” olduğunu ilan etmiş oldu. Aslında Referandum sürecinin “Olağanüstü hal” uygulaması altında gerçekleşmesi de durumun ifadesiydi.
Başkanlık rejimine geçiş sürecinde gerçeklik üzerindeki örtü kalktı.
Birincisi; Sınıflı toplumda devlet işleyişine itaat ve dolayısıyla yasalara uymak; ezilen ve sömürülen halk için zorunluluk iken egemen sınıflar için şeklidir.
İkincisi; Bazı hallerde sınıf adına iktidarı ele geçiren kişi ve kurumlar ve güç edinme oranında devletin işleyişine ve yasalara uymayabilir ve hatta reddeder, değiştirebilir ya da lağvedebilir. RTE deneyimleriyle bu gerçekliği kavradı ve sınıf düzeninin bu vasfını lehine kullandı.
Soruna ilişkin son cümle;
Barış alanında savaş araç ve yöntemlerini kullanan tarafın galip gelmesi olağandır. Olağan olmayan ise barışçıl araç ve yöntemlerle savaşa girenlere yenilginin fatura edilmesidir.
BABÜR PINAR